phpKF - php Kolay Forum  
Ana Sayfa  |  Yardım  |  Üyeler  |  Giriş  |  Kayıt
 
Forumunuz Hayırlı olsun yenilendi

Resim Ekleme

Bu Sayfadaki Bilgiler 04/05/2007 tarihli ve 5651 sayılı
Bu Sayfadaki Bilgiler 04/05/2007 tarihli ve 5651 sayılı "İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun" Uyarınca Gerekli Durumlarda İletişim Sağlanabilmesi İçin Eklenmiştir. Lütfen Gerekli Durumlarda Kullanınız... İbrahim uzun Esatpaşa mah 3.demiryollu 1201.sk no:28 menemen/izmir/Türkiye email :Uzun_70@hotmail.com
Forum Ana Sayfası  »  ATATÜRK
 »  ÇAĞDAŞ ATATÜRKÇÜLÜK VE LAİKLİK

Yeni Başlık  Cevap Yaz
ÇAĞDAŞ ATATÜRKÇÜLÜK VE LAİKLİK           (gösterim sayısı: 1.071)
Yazan Konu içeriği

boşluk

lovepowerman
[lovepowerman]
lovepowerman

Kullanıcı Resmi

Kayıt Tarihi: 13.09.2010
İleti Sayısı: 2.590
Şehir: İzmir
Durum: Forumda Değil

E-Posta Gönder
Web Adresi
Özel ileti Gönder

Konu Tarihi: 18.09.2010- 16:41
Alıntı yaparak cevapla  


ÇAĞDAŞ ATATÜRKÇÜLÜK VE LAİKLİK

Atatürkçülük, evrensel ağırlıklı, gerçeklere dayanan, Türk milletinin her zaman tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması ve Türk kültürünün çağdaş uygarlığın üzerine çıkarılması amaç edinilen birbiri ile uyumlu hedefler, uygulamalar ve ilkeler bütünüdür. Bu içeriği ile yeniliğe açık daima dinamik, bütünlüğü olan geleceğe yönelik, birbirini tamamlayan düşünce sistemidir.
Atatürk devletin millet egemenliği esasına dayandırılması, Türk Devleti’nin gelişmesi ve güçlenmesi için, tarafından belirtilen devlet hayatına, ekonomik hayata, toplumun temel ilkelerine ilişkin gerçekçi fikirlere yön vermiştir. Çizdiği yolda önderlik eden Ata her yönüyle bize çağdaşlığı öğretmiştir. Kemalizm düşünce sistemi ile, bağımsız milli devleti, milli egemenliği, kişi özgürlüğünü, her çağda çağdaş olmayı amaçlar. Uygarlığı da ilim ve fennin aynası yapar. İşte, Kemalist düşünceyle, genç beyinler, aktif düşünüşler bu gün ve gelecekte Türk Devleti’nin gelişmesine ve güçlenmesine ve güzel istikbaline yatırım yapacaklardır.
Her ne kadar, Atatürk’ün yendiği kimi egemen güçler ve Atatürkçü Düşüncenin dışladığı çıkarcı gruplar, Atatürkçü Düşünceyi bir dünya görüşü olarak görmeme alışkanlığı ve kompleksi içinde iseler de, Atatürkçülük dogmalara dayanmayan, sürekli kendisini yenileme özelliğinde olan, tüm toplumlara uygulanabilecek özelliğiyle akıla , bilime, insan sevgisine dayanan evrensel bir ideolojidir.
Atatürkçü ideolojide; emperyalizme karşı tam bağımsızlık, padişahçılığa karşı cumhuriyetçilik, şeriatçılığa karşı laiklik, tutuculuğa karşı devrimcilik, ümmetçiliğe karşı ulusçuluk ve seçkinciliğe karşı halkçılık, vazgeçilmez koşuldur. Atatürk ideolojisi, “sınıfsal” değil, “ulusal” bir ideolojidir.
Atatürkçü Düşüncenin ideolojisini bir cümlede özetlemek gerekir ise; Türk ulusunun aydınlanmasını ve bu aydınlanmadan diğer geri kalmış ulusların da yararlanmasını amaç edinmiş bir aydınlanma ideolojisidir. Bu yönü ile evrensel ve ulusal içeriklidir.
Atatürkçülüğün en önemli özelliği, akılcı ve bilimci bir davranış ve zihniyeti yansıtmasıdır. Bunun anlamı ise mili, milletlerarası sorunlara, duygusal ve dogmatik açıdan, peşin hüküm ve kalıplarla değil, akılcı, bilimci ve pragmatik bir yaklaşımla eğilmektir. Genel olarak bu yaklaşımlarda insanlığın karşılaştığı her türlü sorunlara çare bulmak için, durum ve şartlar her çareye başvurularak incelenip gözden geçirilir, gerçeklere ve ihtiyaçlara uygun tartışma ve muhakeme sonunda bir karara varılarak uygulamaya başlanır. Burada egemen olan unsurlar mantık ve akıldır. Atatürkçülüğe göre akılcılıkta “İnsanların hayatına, faaliyetine egemen olan kuvvet, yaratma ve icat yeteneğidir.”
Atatürkçülüğün, temel esasları ise; tam bağımsızlık yanlısı olması, halkçı, demokratik, sosyal ve barışçı olması, müspet ilime, hür duyguya sahip olması ve de dinamik olmasıdır. Atatürkçülük’te fikirler hayallere değil gerçeklere dayandırılır. Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli olan bu düşünce sistemi, Türk milletinin duygularına, kültürüne ve geçmişine dayanır. Aklın ve mantığın ışığında bugünün ve yarının gereksinimlerine de cevap verir. Kendisini sürekli yenileyen çağdaş bir görüşü simgeler. Dinamik olması yönüyle de daima çalışmayı, hareketliliği önüne katarak yenilenmeyi ve gelişmeyi amaçlar. Canlı ve etkin olmak sürekli kalkınmayı gerektirir. Nihayet Atatürk “Dinlenmemek üzere yola çıkanlar, asla ve asla yorulmazlar.” demiştir.
Atatürk’ün gerçekleştirdiği inkılapların büyüklüğü, o günkü Türkiye’nin toplum psikolojisi, sosyal yapısı ve sosyo-ekonomik koşulları dikkate alındığında, bunların ancak mantık ve akılcılığın üstünlüğünden kaynaklanarak gerçekleştirildiği kolayca anlaşılmaktadır. Mesela cumhuriyetin kabulü ve ilanı yalnızca akılcılık ve ileri görüşlülük sayesinde gerçekleştirilebilecek sosyal olgulardır. Atatürk’ün o günlerdeki düşünce yapısını şu sözlerinde görmek mümkündür. “ Dünyayı istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri belirleyen ve yayan kimselerdir. Fikrin özelliği de hiçbir itirazın bozamayacağı bir kesinlik ile kendi kendisini kabul ettirmektir. Bu da, fikrin yavaş yavaş duygular haline gelerek inanca dönüşmesiyle mümkündür ve böyle olduktan sonradır ki, onu sarsmak için bütün başka mantıkların, başka düşüncelerin hükmü olamaz.”
“En gerçek tarikat, uygarlık tarikatıdır.”diyen Atatürk’e göre, Atatürkçülüğün amacı, uygarlığın gerilerde bırakmış olduğu Rönesans, reform, aydınlanma, sanayileşme, uluslaşma evrelerine en kısa yoldan, en kısa zamanda ulaşmaktır. Türk toplumu, uygarlığın geçirdiği bütün bu aşamaları, tek tek ya da sırayla değil, aynı zamanda, birlikte yaşayıp gerçekleştirecekti. Tarih, Atatürk’ün kişiliğinde, Türklere yeni bir şans tanımıştı; yeterince zaman yoktu. Önde ve ileri olmak için, “her yaşta yeni başlar yaratmak” kaçınılmazdı.
“Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılapların gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkının tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görünüşü ile uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. İnkılapların ana ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen zihniyetleri darmadağın etmek zaruridir; şimdiye kadar milletin beyinlerini paslandıran, uyuşturan, bu anlayışta bulunanlar olmuştur. Her halde anlayışlarda varolan uydurma ve boş fikirler tamamen çıkarılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyine gerçeğin nurlarını sokmak imkansızdır.” Görüldüğü gibi Atatürkçülüğün amacı, Türk milletinin düşünce yapısını çağdaşlık temeline oturtmaktır.
Çağdaşlık ise; bulunulan çağın anlayışına, şartlarına, tutumuna uygun olmaktır. Çağdaşlık, medeniyetle aynı çağrışımı yapmakla birlikte, bir ülkenin, bir toplumun maddi ve manevi varlıklarının fikir ve sanat çalışmalarıyla ilgili niteliklerinin tümüdür. Atatürkçülük ve çağdaş düşüncede bir milletin uygarlık yolunda başarılı olması yenilikleri kabul etmesine bağlıdır. Her alanda yapılan yenilikler ve değişiklikler dikkatle takip edilmeli, taklitten sıyrılarak, kültürümüze uyarlanmalıdır. Sosyal hayatta, ekonomik hayatta, ilim ve fen alanında başarılı olabilmek yalnız çağdaşlık ve Atatürkçülük yolundan geçmektedir. Zira, Yüce Ata’mızın dediği gibi “Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar.”
Laiklik;
Eski Yunanistan’da din adamı olmayanlara “laikos” deniyordu. Sözcüğün kökeni din adamı olan rahip sınıfının dışında kalan, sıradan halk anlamına gelen bir deyimdi. Kavram zaman içinde gelişti ve insan aklına, insanlığın sonu gelmez gelişmesine, inanç duyma anlamındaki usçuluk ile bütünleşti. İşin içine usçuluk girince, laiklik din ile ayrıldı. Çünkü din insan ve doğa üstü bir varlığa tapma kurallarının bütünüdür. Dinin özü madde dışı, madde ötesi bir dünya ile ilişkilidir.
Sözcük anlamı, toplumun türlü kesimlerinde hiç bir sınıfa ve kişiye tanrısal ayrıcalık tanımamak olan laiklik;
1. Din adamlarının, dinsel sıfat taşıyan kişilerin, halkın zararına sürdürdükleri ve başkaları yararına korudukları ayrıcalıkları ortadan kaldırmaktır. Bu yönü ile laiklik, halkçılık, halktan yana olmak anlayışı ile özdeştir.
2. Din, klan devletinden günümüze gelinceye dek, toplumun yaşamında önemli etken olmuştur. Din yalnız bir inanç sistemi olarak kalmamış, ilk kez evreni açıklamakla bilim içinde de yer almakla, bilimi, sanatı, felsefeyi, hukuku ve devlet yönetimini etkilemiştir. Ne var ki, insanoğlu bilinmeyenleri ve bilip de anlayamadıklarını akılları yardımı ile çözmeye girişince, insan düşüncesinde özgür istenç, değer kazanmaya başladı. Buna göre, bilimin, felsefenin, hukukun, sanatın, anadilin, bağımsızlık kazanarak, dinsel düşüncelerin ve inançların boyunduruğundan kurtulmaları da laikliğin bir terim olarak, bir başka anlamını ortaya çıkarmıştır.
3. Birtakım kişiler, çağlar boyunca dinden aldıkları güçle insanoğlunun vicdanını denetimleri altına alıp, dini, birtakım çıkarların ve ayrıcalıkların korunmasını da bir araç durumuna sokmuşlardı. Bu alışkanlıkların sürmesi zamanla insanların, Tanrı’dan çok bu kişilere karşı sorumluluk alışkanlığı yaratmıştı. Laikliğin bir anlamı da, Tanrı ile kul arasına giren kişilerin, toplum gözünde değersizliklerinin kanıtlanmasıdır.
4. Laikliğin bir başka anlamı da, özgür düşünce ile dinsel düşüncenin ayrılması, kamu düzenini yönlendirmemesi koşulu ile dinsel düşüncenin özgür olmasıdır. Dinin siyasi amaçlı ya da grup çıkarları için kullanılmasına izin verilmeden, inançlara saygılı olmaktır.
Laik anlayışta devlet, kişinin Tanrı ile din konusundaki seçimine karışmamalıdır. Devlet bu konuda taraf tutmamalıdır. İktidar olmanın verdiği güçle, din ve inanç özgürlüğünü güvenceye bağlamak olmalıdır. Çünkü, evrensel anlamda laiklik; bir toplumda yönetenlerin yürütme yetkisini din dışındaki kaynaktan almayı, yönetim ilkelerini yürürlüğe koyarken, dinsel esaslara dayandırmamayı, usun ışığı altında gelişen ve yerleşen hukuk esaslarından yararlanmayı öngörmektedir. Laikliğin evrensel anlamı ise; demokrasinin ve özgür düşüncenin gelişmesine, korunmasına, sürekli olmasına olanak tanımaktır.
Laiklik, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasını amaçlayan bir görüştür. Devlet yaşamını kuran ve sürdüren kurallar dine değil akıla bağlanır. Laiklik ilkesi bir devlette kabul edilince, o devletin temeli belli bir dine dayanmadığından, artık devlet dinlere karşı yansız bir tutum içine girer. Böylece İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin 10.maddesindeki hüküm belirir: “Hiç kimse, dinsel nitelikte bile olsa, kanılarından ötürü rahatsız edilemez. Elverir ki bu kanıların açığa vurulması kanunla kurulan kamu düzenini bozmasın.” Devletin dine karşı tutumu bu olunca, sonuç, din özgürlüğüdür. O halde laiklik, bazı çevrelerin kasıtlı olarak belirttiği gibi, dinsizlik değildir. Tam tersi, laiklik, din özgürlüğünü sağlar. Fransız ihtilali ile, devlet içindeki kurumlar dinin etkisinden temizlendi. İslamı akla uygun bir din olduğundan, devlet yaşamından çekip sadece insan vicdanında egemen olmasını benimseyeceğiz. Bu konuda bir icma bile yapılabilir ve belki bu ilerde, İslam dünyasında gerçekleşecektir. O zaman bu icmayı müslümanlara düşündüren kişi olarak Atatürk’ün aynı zamanda bir büyük din reformcusu kişiliği de tartışma kabul etmez biçimde belirebilecektir. Zira Atatürk hiçbir biçimde dinsizliği savunmamıştır. Atatürk sadece akla artık uymayan dinsel kurumların bir yana bırakılmasını istemiştir. Şu düşünceleri söyleyen bir kimsenin din düşmanı olmasına imkan var mıdır? “Tanrı birdir, büyüktür... İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla alakası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler modern olmayı kafir olmak sanıyorlar . Asıl küfür onların bu zannıdır. Bu yanlış tefsiri yapanların maksadı, müslümanların kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Hoca olmak sarıkla değil, dimağladır. Bizim dinimiz millete hakir, miskin ve alçak olmayı tavsiye etmez. Bilakis Allah ve peygamber de insanların ve milletlerin izzet ve şerefini muhafaza etmelerini emrediyor. Bizim dinimiz için bir ölçüt vardır. Bu ölçüt ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, kamu yararına uygundur, biliniz ki o bizim dinimize de uygundur... O şey dinidir... Dinime bizzat hakikate nasıl inanıyorsam öyle inanıyorum...” Din konusunda Atatürk’ün yalnız birkaç düşüncesidir bunlar. O, akılcılığın dine yansımasının sonucunu laiklikte görmüş, bu ilkeyi Türk siyasal, hukuksal ve toplumsal yaşamına sokmak için büyük çabalar harcamıştır. Devrimin temelinde yatan akılcılık ilkesi laiklik ile uygulanmıştır.
Türk Devleti’nin ilk ideolojik gayesi, demokratik ve hür bir devlet nizamı kurmak ve aynı zamanda çağdaş medeniyet seviyesine çıkmak olduğuna göre, bu iki ideolojik gaye, üçüncü bir ideoloji olan laikliği zaruri kılmıştır. Bu üç ideolojik gayenin birleşmesi ile prensibin muhteviyatını teşkil eden batıcı, laik ve demokratik devlet nizamı ortaya çıkmıştır.
Toplumdaki bu yeni düşünce ve müessese değişimi her zaman olduğu gibi yine gericilerin, dincilerin karşı koymalarıyla çatışmak zorunda kaldı. Bu karşı koymalar, asırlar boyunca süren mistik, dogmatik bir düşünce alışımının sonucu olarak ortaya çıktı. Fertlerin ruhsal ve toplumsal hayatında yer etmiş bulunan dini görüş, bu bellenmiş kuralların dışında bir düzenin kabulünü zorlaştırdı.
Uygarlık ve özgürlük savaşımızın karşısına dikilen gerici ve gelenekçi direnmenin kaynaklarını, nedenlerini anlayabilmek, yorumlayabilmek için, her aydın Tarık Zafer Tunaya’nın “İslamcılık Cereyanı” adlı kitabını okumalı. Tunaya, bu incelemesinde islamcılık akımının “Meşrutiyetin siyasi hayatı boyunca gelişmesi ve bugüne bıraktığı meseleleri” devrimci bir bakışla, ama bilimsel açıdan araştırıyor. Meşrutiyetin oluşturduğu bu akım, 31 Mart hareketiyle eyleme geçiyor. Eylemin sesi şudur: “Bir kere mebuslar içinde dinsizler vardır, bunlar temizlenmelidir. Sonra, azınlıklar istese de istemese de islam ilkeleri kanunların temeli olacaktır. Şeriat bütün fert ve devlet hayatına nüfuz etmeli ve düzen vermelidir. Mebuslar dindar olmalıdır. Avrupa bize karışamaz, ondan pervamız yok. Kız, erkek talebeleri bir arada okutacak “İnas mektepleri” şeriata aykırı olduğu için lüzumsuzdurlar.”Bu akımın özü şudur: Osmanlı imparatorluğu bir Türk devleti değil, bir İslam devleti olacaktır. Devletin temeli dindir, anayasa Kuran’dır. Şeriat dışında özgürlük yoktur. Usa ancak islamcılık sınırları içinde özgürlük verebilir. Devleti hocalar ve ilmiye sınıfı yönetecektir. Bu devletin çeşitli kurum ve temelleri şunlardır: Şeriat, halife, ümmet birliği, arapçanın üstünlüğü, medresenin egemenliği, ilmiye sınıfının yöneticiliği. Bu akım öylesine gündelik hayata karışmıştı ki, medreselerde coğrafya ve tarih gibi “yeni bilgiler” okutulmasının şeriata uygunluğuna şeyhülislam karar verirdi. Yıl,1910. Balkan savaşı yenilgisinden kurtulmak için şeyhülislam kapısının düşündüğü tedbir: Okullarda 4444 kere dua okunması.
Atatürk, islamcılık akımında kendi düzen ve çıkarlarını bulan gerici ve gelenekçilerin en ağır bastığı yılların ardından ve tamamını, işte o gelenekçi gerici havanın içinde yapıyordu. Onun en büyük devrimciliği budur: Türkiye’nin alınyazısını dinsel temelli bir ümmet devletine bağlamak isteyenleri ve onların bağlandıkları, yaydıkları akımı yok ederek, Türkiye’nin ve Türk halkının alın yazısını laik, ulusal bir rönesans yaratarak değiştirmek.
Devrimci laik Cumhuriyet durmadan bu gelenekçi gerici akımın, şeriat perdesi altında halkı sömürmek isteyen bir düzenin direnmeleri, başkaldırmaları ile savaşmıştır. Laiklik ilkesini savunmak için 1925’te Cumhuriyet askerleri, 1930’da da genç bir aydın, “Kubilay” kanlarını akıtmışlardır. Menemen olayını, tarihsel ve toplumsal anlamıyla en açık İsmet paşa yorumlamıştır: “Bu zavallılar laikliğe karşı gelerek şeriat istemektedirler. Gerçekte ise menfaatlerini kaybetmişlerdir, onu istiyorlar.”
1945’ten sonra çok partili yönetime geçince birtakım partiler, kendi yönetimlerini sürdürebilmek için laiklik ilkesini açıkça çiğnemişler ve seçmenlere din yoluyla baskı yapmışlar, halkın dinsel dünyası yolu ile oy avlamışlardır. Demokrasinin devrimlerden verdiği ilk ödünler laiklik ilkesinden olmuştur. Öyle ki, bir parti kendisini “Dini kurtaran parti” diye ilan etmiştir. Laikliğe karşı olan ve kökü meşrutiyet islamcılığına dayanan bir şeriatçı akım, 1950 – 1960 yılları arasında, açıkça şu düşünceleri yayabilmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti bir askeri istibdat ve sapıklıktır. Mutlak istibdata cumhuriyet, mutlak din sapıklığına rejim, mutlak sefahata medeniyet, keyfi zorlamaya kanun adı verilerek kurulmuştur.” Laiklik savaşı, bir ara, devrimcilerin geri çekilmesiyle, gericilerin, gelenekçilerin üste çıkmasıyla ve yönetim gücünü ellerinde bulunduranların şeriatçılara göz yummalarıyla siperlerini, zaferlerini yitirir gibi olmuştur. Laiklik savaşı ve devrimciler, 27 Mayıs devriminden sonra yeniden Türkiye’nin alınyazısında ortaya çıkmışlardır. 1961 Anayasası, yeniden hem de ulusun evetleriyle devletin laiklik temelini tazelemiştir.
Devrim yolları Türkiye’nin kuruluş ve kurtuluş yollarıdır. Bağımsız ve milli bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti cehaletle, gericilikle, hurafecilikle savaşarak kurulmuştur. İstiklal Savaşı’nın bir anlamı da budur. Savaş bitmemiştir.
Laiklik konusunun karışıklık ve belirsizlik yaşanan diğer bir hususu da “Devletin laiklik görevi”dir. Atatürkçü Düşünce’nin özgün ilkelerinden olan laikliğin, Türkiye için yaşam yöntemi olarak benimsenmesi ve yerleşmesi ile, ülkede yurttaşlar arasında gerçekleşen karşılıklı hoşgörü, anlayış ve sevgi bağlarının pekişmesi, kimi çevreleri rahatsız etmektedir. Bu çevreler, yurttaşlar arasında insanlık ve kardeşlik duygularının pekişmesi ile karşılıklı yardımlaşma ve dayanışmanın ülke birliğini, bütünlüğünü sağlayarak ülkenin her geçen gün güçleneceğinin farkında olmasından rahatsız olan iç ve dış çevrelerdir. Dış çevreler; ülkenin kalkınarak örnek duruma gelmesinin, kendi ülkeleri için örnek olacağını bilenlerdir. Böylece, rahatlarının bozulacağı hesabını yapan, halkını dinsel yönden sömüren, din sömürüsüne dayanan devletlerdir. İç çevreler ise; laikliğin yerleşmesi durumunda din tacirliğini yapma olanağından yoksun olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra, dine kötülük yaptıkları açığa çıkan, “yobaz, gerici, şeriatçı” çıkarcılardır. Bu iç ve dış çıkarcılar, laikliğin ülkede yerleşmesini önlemek için, sürekli olarak yurttaşların arasında bölücü girişimleri yanında laikliğin, anlamını saptırma girişimlerinden de geri kalmamaktadırlar. Bu saptırmalardan birisi de “Laik olan devlettir,......” gibi şaşırtmalardır.Oysa, laiklik; “Din adına kim ne yaparsa yapsın, devlet onlara karışmaz” anlamına kesinlikle gelmez. Kaldı ki, devletin dini de olmaz. Çünkü devlet bir tüzel kişiliktir. Tüzel kişilik, özel kişiler gibi inanç sahibi olma ve ibadet yapabilme özelliğine sahip değildir. Örneğin İslam dininin beş koşulunu devletin yerine getirmesi olanaksızdır. “Bir devlet düşünülebilir mi ki, hacca gitsin de hacı devlet efendi olarak dönsün?” Bu olası değildir.Öte yandan, laikliğin benimsendiği devlet; eğitim, öğretim ya da yayın kolu ile salt bir dinin veya mezhebin esaslarını öne çıkararak, diğer din, inanç ve mezheplerin karşısında olamaz. Böyle bir tutum içinde olursa, devlet taraf tutuyor demektir. Taraf tutan devlet ise hukuk devleti olamadığı gibi, laik devlette olamaz. Oysa ki, devletin bir başka anlamı; devletin dini olmaması demektir.
Atatürkçü Düşünce, devletin dinsel tercih yapmasına karşıdır. Çünkü böyle bir uygulama laikliğe karşıdır. Bu nedenle laiklik karşıtları doğal olarak, Atatürkçü Düşünce’ye de karşıdırlar. Yüce Atatürk’ün sözleri ile; “Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygılıyız. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, ulus ve devlet işlerine karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve zora dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. Gericilere asla fırsat vermeyeceğiz.” “Laiklik asla dinsizlik olmadığı gibi,sahte dindarlık ve bölücülükle savaşımına kapısını açtığı için, gerçek dindarların gelişmesi olanağını sağlamıştır. Laikliği dinsizlikle karıştırmak isteyenler, ilerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamazlar.” Bu bağlamda, devlet örgütü içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da, bir devlet kuruluşu olarak görevi, devletin görevi doğrultusundadır. Yani toplumsal barışın yerleşmesine ve sürekli olmasına katkıda bulunmak. Böyle bir görevin gerçekleşmesi ise, bu amaçla kurulmuş olan bu kuruluşun salt belli bir mezhebin ya da dinin yandaşı olmayıp, ülke içinde yaşayan her yurttaşın (dinsiz yurttaşlar da dahil) inançlarını güvenceye alacak çabalar içinde olması gerekir. Bunu yapmadan, belli bir mezhebin ya da dinin temsilciliğini yapıyor, böyle bir girişimi de devlet olanaklarını kullanarak yürütüyor ise, bu laikliğe ters bir uygulama olacağı gibi, eşitliğe, insan sevgisine, toplumsal barışa kısaca, Atatürk Türkiye’sinin amacına da ters bir girişim olur. Çünkü, laik yönetimin esas amacı; devlet yönetiminde herhangi bir dinin veya bir inancın, devlet egemenliği altında, halka dayatılmasını önlemek, bireyin din, duygu, ve inanç özgürlüğünün, devlet tarafından güvenceye alınması olmalıdır.
Atatürk, şeriat düzeninden laikliğe geçmek zorunda idi. Ancak bu sağlandıktan sonra çağdaşlaşmaya gidilebilirdi. Atatürk’ün dehası, hiç olmazsa yaşadığı süre içinde bu ilkeleri gerçekleştirmiş olmasında yatmaktadır. Ölümünden sonra devrimsel hareketler durdu. Fakat koyduğu kurumlar hala yaşamakta, çirkin politikacının bütün sömürülerine rağmen de gelişmektedir.
Bu yurdu kaç kere uçurumun ta dibine gelmişken kurtaran Yüce Atatürk bizimle beraberdir. Büyük bir tehlike anında yine yardımımıza koşarak kurtarır bizi. O hayatında ülkemizi kurtarmakla kalmamış, emanet ettiği ilke ve inkılaplarla ilelebet bizi gelişmeye ve güçlenmeye yönlendirmiş, gericiliğe, bölücülüğe ve diğer tehditlere karşı koyacak anahtarı bize vermiştir. Devletimizin temelinde Kemalist fikirleri yatmaktadır ve bu böyle kaldığı müddetçe devletimizin yönü her zaman gelişme ve ilerleme olacaktır. Bu nedenle Atatürk ilke ve inkılaplarına sahip çıkmalı, Kemalist düşünceyi millet olarak benimsemeli ve korumalıyız. Millet olarak gelişmemiz büyümemiz ve geleceğimizin garanti altına alınması, O’nun fikirlerini benimsemeye bağlıdır. Bize düşen görevleri yaparsak yolumuz daima aydınlık olacaktır. Rehberimiz ise yine Atatürk’ün ilkeleridir.



Kaynaklar:
“İslamcılık Cereyanı” Tarık Zafer TUNAYA
“Atatürkçülük’te Temel İlkeler” Ahmet MUMCU
“Atatürkçü Düşüncenin Evrenselliği” Hüsnü MERDANOĞLU
“Atatürkçülük nedir?” Varlık Yayınları
“Atatürk Yolu” Yaşar NABİ
“Atatürkçü Olmak” Ceyhun Atıf KANSU
“Atatürk’ten Düşünceler” Enver Ziya KARAL
“Atatürk ve Din” Sadi BORAK
“Atatürk ve Devrim kuramları” Emre KONGAR
“Atatürkçü Düşünce El Kitabı” Atatürk Kültür,Dil ve Tarih Yüksek Kurumu
“Türkiye’de Toplumsal ve Ekonomik Gelişmelerin 50 Yılı”

http://www.lovepowerman.net/
Yeni Başlık  Cevap Yaz



Forum Ana Sayfası  »  ATATÜRK
 »  ÇAĞDAŞ ATATÜRKÇÜLÜK VE LAİKLİK

Forum Ana Sayfası

Forum Yazılımı:   php Kolay Forum (phpKF)  ©  2007 - 2010   phpKF Ekibi

Love Power Man

 RSS Beslemesini Görmek için Tıklayın   RSS Beslemesini Google Sayfama Ekle   RSS Beslemesini Yahoo Sayfama Ekle