lovepowerman
[lovepowerman]
lovepowerman
Kayıt Tarihi: 13.09.2010
İleti Sayısı: 2.590
Şehir: İzmir
Durum: Forumda Değil
E-Posta Gönder
Web Adresi
Özel ileti Gönder
|
Konu Tarihi: 17.10.2010- 16:48
Önemli Şahsiyetlerin Hayati (yunus emre ,mevlana ..)
Hz. Mevlana 1207 yılında Belh şehrinde doğmuştur. Babası Sultan-ül-Ülema diye bilinen Bahaeddin Veled annesi Mümine Hatun 'dur. Bahaeddin Veled ailesi ile birlikte Belh 'den ayrıldıktan sonra Bağdat 'a buradan da Hac için Mekke 'ye gitmiş ve daha sonra Anadolu Selçuklularının en ihtişamlı dönemlerinde Anadolu 'ya geçmiştir. Malatya, Erzincan, Akşehir yoluyla Larende 'ye ( bugünkü Karaman ) geldi. 1225 yılında oğlu Hz.Mevlana 'yı Gevher Hatun 'la evlendirdi. Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubad 'ın daveti üzerine 1228 yılında Hz.Mevlana ile birlikte Konya 'ya geldi. Bahaeddin Veled 1231 yılında vefat etti. Hz.Mevlana ertesi yıl babasının müritlerinden olan Muhakkık-i Tirmizi 'ye 9 yıl süreyle müritlik etti. (1232-1241) Bazı kaynaklarda Hz.Mevlana 'nın öğrenimini ilerletmek için Şam 'a gittiği söylenir. Muhakkık-i Tirmizi 'nin ölümünden sonra Hz.Mevlana medreselerde bir süre ders vermiştir. Verdiği dersler Selçuklu Sultanı ve vezirleri tarafından da takip edilmiştir. 1244 'de Şems-i Tebrizi ile tanışmasıyla Hz.Mevlana 'nın hayatı değişmiş ve sahip olduğu ilmin yanında, O 'nu bir gönül adamı yapmıştır. Şems-i Tebrizi ile yaptığı sohbetler nedeniyle çevresindekileri ihmal eden Hz.Mevlana, müritlerinin ve halkın tepkisiyle karşılaştı. Şems-i Tebrizi bunun sonucunda 1246 yılında Şam 'a gitti. Ancak Hz.Mevlana 'nın ısrarlı davetleri üzerine 9 ay sonra Konya 'ya döndü. Şems-i Tebrizi devam eden tepkiler neticesinde 1247 yılında esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Kayboluşuyla ilgili olarak Şems-i Tebrizi 'nin öldürüldüğü ve ayrıca Hz.Mevlana 'nın üzülmesine dayanamadığı için gizlice Şam 'a gittiği yolunda görüşler vardır. Bu olaydan sonra Mevlana kendini tamamen şiire, semaya ve çevresindekileri manevi yönden olgunlaştırmaya verdi. Daha sonraları kendisine sohbet arkadaşı olarak sırasıyla Selahaddin Zerkubi ve Hüsameddin Çelebi 'yi seçti. Hz.Mevlana 1273 yılında Konya 'da vefat etti.
HACI BEKTAŞ-I VELİ
Bektaşîler arasındaki ananelere göre Hacı Bektaş, Hz. Ali soyundandır. Altıncı imam Musa el-Kazım (öl.183 / 799) neslinden Horasan’ın hükümdarı olan Seyyid İbrahim-i Sâni ile Hatem Hatun’dan Nişabur şehrinde dünyaya gelmiş, Lokman-ı Perende [1] adlı bir mutasavvıf tarafından yetiştirilmiş, Türkistan’ın büyük şeyhi Ahmet Yesevi (öl. 562/1167) ile görüşmüş [2], onun işareti üzerine Anadolu’ya gelmiş, Kırşehir civarında Sulucakarahöyük’te yerleşmiş, burada bir çok derviş ve halife yetiştirmiş, bunları çeşitli yerlere irşat görevi ile göndermiş, nihayet orada vefat etmiştir.
Görüştüğü kabul edilen kimseler arasında Kutbeddin Haydar, Hacım Sultan, Akçakoca, Sarı Saltuk, Karaca Ahmet, Osman Gazi, Alaeddin Keykubat, Kırşehir Emiri Nureddin b. Cece’nin adları geçmektedir. [3]Yukarıda yaptığımız alıntılar, Vilâyetnâme olarak tanınan “Menâkıb-ı Hünkar Hacı Bektaş-ı Veli”dendi. Bektaşîler için Hacı Bektaş hakkında bilgilerin ana kaynağı bu kitaptır. Özellikle Ahmed Yesevi ile ilgili anane ve menkâbelerin Anadolu’daki metinlerini içeren en eski yazılı kaynak olması itibariyle önemi büyüktür. [4]Abdülkadir Gölpınarlı tarafından günümüz alfabesi ile 1958 yılında yayımlanmıştır.Hacı Bektaş’ın asıl adı “Bektaş” olup, babası İbrahim-i Sâni diye lakaplandırılan Seyyid Muhammed b. Musa Sâni’dir. Zamanına yakın kaynaklarda ve vakfiyelerde de kendisinden daima “Hacı Bektaş” şeklinde bahsedilmektedir
YUNUS EMRE
1238-1321
HAYATI
Türk milletinin yetiştirdiği en büyük tasavvuf erlerinden ve Türk dili ve edebiyatı tarihinin en büyük şairlerinden biri olan Yunus Emre'nin hayatı ve kimliğine dair hemen hemen hiçbir şey bilinmemektedir. Yunus'un bazı mısralarından, 1273'de Konya'da ölen, tasavvuf edebiyatının büyük ustası Mevlana Celalettin Rumî ile karşılaştığı anlaşılmaktadır; buradan da Yunus'un 1240'larda ya da daha geç bir tarihte doğduğu sonucu çıkarılabilir. Bilinen hususlar onun Risalet-ün-Nushiyye adlı eserini H.707 (M.1308) yılında yazmış olması ve H.720 (1321) tarihinde vefat etmesidir.Böylece H.638 (M.1240-1241) yılında doğduğu anlaşılan Yunus Emre XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın ilk yarısında yaşamıştır.Bu çağ,Selçukluların sonu ile Osman Gazi devrelerine rastlamaktadır.Yunus Emre'nin şiirlerinde bu tarihlerin doğru olduğunu gösteren ipuçları bulunmakta; şair, çağdaş olarak Mevlana Celaleddin,Ahmet Fakıh,Geyikli Baba ve Seydi Balum'dan bahsetmektedir.
Yunus Emre Türbesi Sarıköylü ve Karamanlı oluşu meselesi hala belli değildir. Yüzyıllardan beri halk arasında yaşayan inanca göre O, Sivrihisar yakınında Sarıköy'de doğmuş,çiftçilikle meşgul olmuş, Taptuk Emre adlı bir şeyhe intisap etmiş, tekkelerde yaşamış ve veliliğe erişmiştir. Anadolu'da on ayrı yerde mezarı ( daha doğrusu makamı ) olduğu ileri sürülen Yunus Emre,halk arasındaki inanca ve bazı tarihi kaynaklara göre Sarıköy'de ölmüştür. Orada yatmaktadır. Bugün, Eskisehir-Ankara yolu üzerindeki Sariköy istasyonu yakininda, Yunus Emre'nin türbesi ve bir müze bulunmaktadir.
Yunus Emre, dünya kültür ve medeniyet tarihinde bir merhale olmustur. Kültürümüzün en değerli yapı taşlarındandır. Zira Yunus Emre, sadece yasadigi devrin değil, çagimiz ve gelecek yüzyillarin da ışık kaynağıdır. Allah ve cümle yaradılmışı içine alan sonsuz sevgisinden kaynaklanan fikirleri, dünya üzerinde insanlik var oldukça degerini koruyacaktir. Yunus Emre'nin amaci, sevgi yoluyla dünyada yasayan tüm insanlarin, hem kendileriyle hem evrenle kaynaşmasını sağlamak ve sonsuz yaşamda ebedi hayata doğmalarını sağlamaktır.
Yunus Emre adı, her Türk ve Türk kültürünü tanıyıp seven herkes için bir şeyler ifade eder. Şiirlerinde, her devrin okuyucusu ya da dinleyicisi kendini etkileyecek bir şey bulmuştur. İlk kez Yunus, şiirlerinde büyük ölçüde Türkçe kullanmıştır. Yunus'la birlikte dil, daha renkli, canlı ve halk zevkine uygun bir hale gelmiştir. Gerçi şiirlerinin bir çoğunda, aruz veznini kullanmıştı, fakat en güzel ve tanınmış şiirleri Türkçe hece vezniyle yazılmıştır. Böylece, şiirleri kısa zamanda yayılarak benimsenmiş ve ilahi olarak da söylenerek günümüze dek ulaşmıştır.
FATİH SULTAN MEHMETİN HAYATI
FATİH SULTAN MEHMETİN HAYATI Fatih Sultan Mehmed 29 Mart 1432de Edirnede doğdu. Babası Sultan İkinci Murad, annesi Huma Hatundur. Fatih Sultan Mehmed, uzun boylu, dolgun yanaklı, kıvrık burunlu, adaleli ve kuvvetli bir padişahtı. Devrinin en büyük ulemalarından birisiydi ve yedi yabancı dil bilirdi. Alim, şair ve sanatkarları sık sık toplar ve onlarla sohbet etmekten çok hoşlanırdı. İlginç ve bilinmedik konular hakkında makaleler yazdırır ve bunları incelerdi. Fatih Sultan Mehmed 29 Mart 1432de Edirnede doğdu. Babası Sultan İkinci Murad, annesi Huma Hatundur. Fatih Sultan Mehmed, uzun boylu, dolgun yanaklı, kıvrık burunlu, adaleli ve kuvvetli bir padişahtı. Devrinin en büyük ulemalarından birisiydi ve yedi yabancı dil bilirdi. Alim, şair ve sanatkarları sık sık toplar ve onlarla sohbet etmekten çok hoşlanırdı. İlginç ve bilinmedik konular hakkında makaleler yazdırır ve bunları incelerdi. Hocalığını da yapmış olan Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmedin en çok değer verdiği alimlerden biridir. Fatih Sultan Mehmed, gayet soğukkanlı ve cesurdu. Eşsiz bir komutan ve idareciydi. Yapacağı işlerle ilgili olarak en yakınlarına bile hiçbir şey söylemezdi. Fatih Sultan Mehmed okumayı çok severdi. Farsça ve Arapçaya çevrilmiş olan felsefi eserler okurdu. 1466 yılında Batlamyos Haritasını yeniden tercüme ettirip, haritadaki adları Arap harfleriyle yazdırdı. Bilimsel sorunlarda, hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun bilginleri korur onlara eserler yazdırırdı. Bilime büyük önem veren Fatih Sultan Mehmed yabancı ülkelerdeki büyük bilginleri İstanbula getirtirdi. Nitekim astronomi bilgini Ali Kuşçu kendi döneminde İstanbula geldi. Ünlü Ressam Belliniyi de İstanbula davet ederek kendi resmini yaptırdı. Şair ve açık görüşlüydü. Fatih Sultan Mehmed 1481 yılına kadar hükümdarlık yaptı ve bizzat 25 sefere katıldı. Azim ve irade sahibiydi. Temkinli ve verdiği kararları kesinlikle uygulayan bir kişiliği vardı. Devlet yönetiminde oldukça sertti. Savaşlarda çok cesur olur, bozgunu önlemek için ileri atılarak askerleri savaşa teşvik ederdi. 20 yaşında Osmanlı padişahı olan Sultan İkinci Mehmed, İstanbulu fethedip 1100 yıllık Doğu Roma İmparatorluğunu ortadan kaldırarak Fatih ünvanını aldı. Hz.Muhammedin (S.A.V) hadisi şerifinde müjdelediği İstanbulun fethini gerçekleştiren büyük komutan olmayı da başaran Fatih Sultan Mehmed, yüksek yeteneği ve dehasıyla dost ve düşmanlarına gücünü kabul ettirmiş bir Türk hükümdarıydı. Orta Çağı kapatıp, Yeniçağı açan Cihan İmparatoru Fatih Sultan Mehmed, Nikris hastalığından dolayı 3 Mayıs 1481 günü Maltepede vefat etti ve Fatih Camiinin yanındaki Fatih Türbesine defnedildi. Hocalığını da yapmış olan Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmedin en çok değer verdiği alimlerden biridir. Fatih Sultan Mehmed, gayet soğukkanlı ve cesurdu. Eşsiz bir komutan ve idareciydi. Yapacağı işlerle ilgili olarak en yakınlarına bile hiçbir şey söylemezdi. Fatih Sultan Mehmed okumayı çok severdi.
MİMAR SİNAN'IN HAYATI
Mimar Sinan'ın hayatı ve eserleri hakkında kendisinden dinledikleri ile “Tezkiretü'l-ebniye” isimli manzum bir eser kaleme alan, arkadaşı Nakkaş Sai Mustafa Çelebi'ye göre O, Yavuz Sultan Selim döneminde Kayseri'den devşirme (askerlik için gayri Müslimlerden 12-18 yaş arasında, belli kanun ve usûllere göre çocuk toplama) olarak Osmanlı Ordu mektebi olan Acemi Oğlanlar Ocağına alınmıştır. Süleymaniye Camii bahçesinin köşesinde bulunan mezarının taşında 1588 yılında yüz yaşını aşkın olarak vefat ettiği yazıldığına göre Sinan miladi 1590'lar civarında doğmuş olmalıdır. Mimar Sinan'ın hayatının sonuna doğru tanzim ettirdiği vakifeyisinde Kayseri'deki akrabaları zikredildiği gibi1, 1574 tarihli bir padişah hükmünde, o zaman Hassa Mimarları Başı olan Sinan'ın mensup olduğu Kayseri'nin Ağırnas Köyü'nün yanında bulunan Kiçi Bürüngüz (Küçük Bürüngüz) ve Üskübü (şimdiki adı Subaşı) köylerinden, Kıbrıs'ın fethi üzerine (1571) buraya sürgün edilen akrabalarından bahis bulunmaktadır.2 Mimar Sinan'ın Kayseri'li olduğu bu şekilde iyice belli olduktan sonra onun doğum yeri olarak, Vakfiyesinde çeşme yaptırdığını belirttiği, yukarıda bahsi geçen Ağırnas Köyü kabul edilmektedir.3
Osmanlı Devleti'nde, bu devirde devşirmelerin gayr-i Müslimlerden alındığı usûlünden hareketle Sinan'ın aslının, bilhassa Ermeni olduğuna dair bir kısım asılsız iddialarda bulunulmuştur. Bunun mümkün olmadığı Prof. Dr. Nejat Göyünç'ün Mimar Sinan'ın aslı hakkındaki araştırması ile ortaya konmuştur.4 Tahrirlerden görülen ailesi ve çevresindeki Türkçe isimlerden Türk asıllı olması kuvvetle muhtemel olan Sinan'ın böyle olmaması halinde bile, Türk-Osmanlı eğitimi ve kültürü altında büyük bir deha olarak yetişmiş olması onun menşeinin araştırılmasını gereksiz kılmaktadır.
Sinan, Yavuz Sultan Selim'in saltanatına rastlayan yıllarda (1512-1521), O'nun İran ve Mısır seferine katılmıştır. Kanuni Sultan Süleyman'ın ilk yıllarında vuku bulan Belgrad Seferine (1521), Osmanlı askerî sisteminde Acemi Ocağından sonra gelen Yeniçeri Ocağına giren Sinan Yeniçeri olarak iştirak etmiştir. Bundan sonra sırası ile Kanuni'nin Rodos, Mohaç, Viyana, Irakeyn, Korfu, Pulya ve Boğdan seferlerine katılmış ve askerî rütbesi de buna paralel olarak artmıştır.
Sinan bu seferler esnasında, büyük bir ihtimalle Kayseri'deki ailesinden gelen yapı ustalığı kabiliyet ve tecrübesini, yeni gördüğü yapıları inceleyerek geliştirmiş ve kendisine mimarlık dışında bir yol çizmiştir. O'nun bu meğil ve kabiliyetini gören amirleri de herhalde, bu döneminde askerî görevlerinin yanında O'na bu sahada bir kısım işler vermişlerdir.
Sinan Hassa mimarlarının başı olmadan, orduda görevli iken sefer aralarında muhtelif binalar yapmağa, mimarlık dalında tek başına kendini ortaya koymaya başlamıştır. Daha 1530-31, 1532-33 ve 1533-34 yıllarında İstanbul'da bir kısım camii ve mescidin inşaatını gerçekleştirdiğini görmekteyiz.5 O nihayet Mimarbaşı Acem Ali'nin 1538 yılında vefatı üzerine, ikinci vezir Damat Lütfi Paşa'nın tavsiyesi ile bu makama getirilmiştir. Ve hemen İstanbul'da Hurrem Sultan, Mihrimah Sultan ve 1548 yılında da Osmanlı-İslâm mimarisinin dönüm noktası olan Şehzade Camii ve külliyesinin yapımına muvaffak olmuştur. O, bundan sonra, 1588 yılındaki ölümüne kadar 40 yıllık mimarbaşılık hayatı içerisinde irili ufaklı yüzlerce eseri, bu arada 1550-1557 yılları arasında da İstanbul Süleymaniye külliyesini yapmıştır. 1568 de başladığı ve kendisinin de en büyük eseri olarak vasıflandırdığı Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi 1547 yılında 84 yaşında iken tamamlanmıştır.
Hayatının sonlarında 1579 Atik Valide,6 1580 'de Üsküdar Şemsi Ahmet Paşa, Tophane Kılıç Ali Paşa ve Eyüp Zal Mahmut Paşa Camii ve külliyelerini,7 1583 'te İstanbul Kılıç Ali Paşa Hamamı, Manisa Muradiye Külliyesi, 1584'te yine İstanbul'da Mehmet Ağa, Mesih Paşa ve Nişancı Camileri8 ve 1586 ve 1587'de de büyük bir ihtimalle Kılıç Ali Paşa Türbesi'ni yaptırmıştır.9 Kayseri'de Kurşunlu (Hacı Ahmet Paşa) Camii de hayatının bu son döneminde yapmış olan Sinan o devirde nadir görülecek yüzyıl civarındaki bütün ömrünü bu şekilde resmî görevde ve imar faaliyetlerinde geçirmiş, daha doğrusu devrinin idaresi kendisini takdir edip sonuna kadar kendisini bu görevden mahrum bırakmamıştır. Sinan, bugünkü gibi yaş haddinden emekli yapılsa idi ne Selimiye ve ne de bu dönemde yapılmış diğer eserler yapılabilirdi. Zikredildiği üzere Sinan, Süleymaniye Külliyesine sıkıştırdığı mütevazi mezarının taşına göre 1588 (H. 996) yılında vefat etmiştir
|